Anayasa Mahkemesi’nden Basın ve İfade Özgürlüğü İhlali Kararı – Ozan Gençoğlu

Yüksek Öğretim Kurulu’nun (YÖK) kuruluş yıl dönümünü protesto etmek amacıyla düzenlenen yürüyüşü takip ederken ters kelepçe takılarak gözaltına alınmaya çalışılan gazeteci Beyza Kural’ın Anayasa Mahkemesi (AYM) başvurusundan ihlal kararı çıktı. Fakat AYM’den gelen ihlal kararı mahkeme de farklı değerlendirildi.

Dönemin bianet.org muhabiri olan Beyza Kural, 6 Kasım 2015 tarihinde İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi önünde, YÖK kuruluş yıl dönümü protestosu sırasında yerde yatan bir göstericiye kolluk görevlileri tarafından yapılan müdahaleyi kayıt altına aldığı sırada sivil giyimli, yüzleri kamera açısında olmayan fakat sonradan teşhis edilen kolluk görevlilerinin engellemesine maruz kalmış, basın kartını ibraz etmesine ve meslektaşlarının da basın mensubu olduğunu ısrarla söylemesine rağmen yaklaşık 4 dakika devam eden gözaltına alma çabası ve ters kelepçeli müdahale, bir kolluk görevlisi amirinin emri sonrası sonlandırılmış, olay yerinde elinden alınan basın kartı sonradan Kural’ın meslektaşlarına, kendisine iletilmek üzere teslim edilmişti. 

Olay günü maruz kaldığı müdahale sonrası Savcılığa şikayette bulunan Kural, soruşturma sonucu verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karar sonrası AYM’ye başvurmuştu. AYM’nin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ve ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiğine dair verdiği karar mahkemede iş ve çalışma hürriyetinin ihlali olarak ele alındı. 

Soruşturmadan AYM’ye adım adım tüm karar ve süreçler:

Ceza Soruşturması

Olay sonrası serbest bırakılan ve hakkında herhangi bir ceza soruşturması başlatılmayan Kural 8/12/2015 tarihinde kolluk görevlileri hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunmuş ve olay anına ilişkin kamera görüntülerini içeren bir kompakt diski dilekçe ekinde sunmuştu.

11/12/2015 tarihinde, dilekçeyi Kadiköy Emniyet Müdürülüğü’ne gönderen savcılık, başvurucunun ayrıntılı beyanını istemiş, 14/03/2016 tarihinde de başvurucu tarafından sunulan görüntülerdeki polislerin tespit edilerek zor kullanma yetkisini aşarak yaralama suçundan şüpheli sıfatıyla ifadelerinin alınmasına karar vermişti. 

Y.Ş., N.D. ve K.A. isimli polislerin kimlikleri tespit edilerek şüpheli sıfatıyla ifadeleri alınmış, Kural’ın olay günü kendi imkanlarıyla edindiği darp raporu, İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğü’nün 15/12/2015 tarihli raporuyla tespit edilen ‘’bu yaralanmanın kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum oluşturmadığı, basit tıbbi müdahaleyle giderilecek ölçüde hafif olduğu, kemik kırığı tarif edilmediği’’ açıklamalarıyla soruşturmaya eklenmişti.

Alınan ifadeler ve sunulan raporlar neticesinde Başsavcılık 7/9/2016 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiş, kararın gerekçesinde ‘’başvurucunun gazeteci olduğunun anlaşılması üzerine serbest bırakıldığı belirtilerek şikayet edilen polis memurlarının zor kullanma yetki sınırını aşmadığı değerlendirmesi yapılmıştır.’’

Polis memuru şüpheliler [Y.Ş., N.D. ve K.A] hakkında atılı suçun yasal unsurları oluşmadığından, C.M.K’nın 172. Maddesince KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA,…karar verilmiştir.

AYM Süreci

Kural’ın savcılık kararına yaptığı itiraz, İstanbul 7. Sulh Ceza Hâkimliğinin 7/11/2016 tarihli kararıyla reddedilmiş, tebliğ edilen karar sonrası Kural, süresinde 16/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştu.  

Anayasa Mahkemesi, Kural’ın başvurusunu değerlendirirken uluslararası hukuk karar ve maddelerine atıfta bulunarak, benzer bir konuyu işleyen ve Sözleşme’nin 3. Maddesini ihlal eden örnek bir davayı (Najafli / Azerbaycan, B. No: 2594/07, 2/10/2012) ve yargılama sürecini alıntıladıktan sonra Kural’ın iddialarını değerlendirmiştir.

‘’AİHM Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3. Maddesi ile ilgili içtihatlarıda kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamıştır…’’

‘’AİHM bir kişi özgürlüğünden yoksun bırakıldığında veya daha genel anlamda kolluk kuvvetleri görevlileriyle karşı karşıya kaldığında – örneğin tutuklandığı sırada – kişinin davranışları kesinlikle gerektirmediği hâlde kişiye karşı fiziksel güç kullanımının insan onurunu zedelediğini ve kural olarak Sözleşme’nin 3. Maddesi tarafından güvence altına alınan hakkın ihlalini teşkil ettiğini hatırlatmaktadır.’’

Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

Kural, polisin gazeteci olduğunu bile bile kendisini ters kelepçeleyerek keyfî bir şekilde gözaltına aldığını ileri sürmüş, şikayeti nedeniyle etkili bir ceza soruşturması yapılmadığını ve takipsizlik kararının gerekçesiz olması nedeniyle de etkili başvuru hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini öne sürmüştür.

AYM değerlendirmesinde, iddiaların Anayasa’nın 17. Maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı çerçevesinde incelenmesi gerektiğini değerlendirmiş, fakat adil yargılanma hakkı ile etkili başvuru hakkından ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görmemiştir.

Anayasa 17. Madde:

‘’Herkes, …maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz’’

Yukarıdaki alıntıyı yapan AYM, olayı “tek başına kelepçe takılması eylemi her olayda kötü muamele olarak nitelendirilemeyecek olmakla birlikte başvurucunun el bileklerinde meydana gelen yaralanmanın boyutu polis memurunun başvurucuya karşı kullanmış olduğu ‘Sana bir şey söyleyeyim bak, hiçbir şey eskisi gibi değil artık, bunu öğreteceğiz size.’ şeklindeki ifade ile birlikte değerlendirildiğinde kelepçelemenin polis memurunun görüntüsünü alan başvurucunun küçük düşürülmesi ve başvurucuya bir nevi ders verilmesi amacıyla kasıtlı olarak vücut bütünlüğüne zarar verecek şekilde gerçekleştirildiği izlenimi oluşturmaktadır. Bununla birlikte başvuru hakkında yürütülen bir ceza soruşturması olmadığı, kısa süreli de olsa tutulmasını gerektirecek, sonradan dahi ortaya konabilmiş meşru bir sebep bulunmadığı dikkate alınmıştır.’’ şeklinde değerlendirip;

‘“Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. Maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının maddi -negatif yükümlülük- boyutunun ve usul boyutunun ihlal edildiği” sonucuna varmıştır.

İfade ve Basın Özgürlüklerinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia

Kural, göstericilere yapılan müdahalenin haberleştirilmesinin engellenmesi amacıyla kelepçelenmiş olması nedeniyle ifade özgürlüğünün ve basın özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüş, AYM iddianın değerlendirilmesinde Anayasa’nın; ‘’Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti’’ kenar başlıklı 26. Maddesi ve ‘’Basın Hürriyeti’’ kenar başlıklı 28. Maddesine dayanak olarak almıştır;

Madde 26: ‘’Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ve vermek serbestliğini de kapsar…

Bu hürriyetlerin kullanılması… başkalarının şöhret veya haklarının… korunması… amaçlarıyla sınırlanabilir…

Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.’’

Madde 28: ‘’Basın hürdür, sansür edilemez…

Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır.

Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın 26 ve 27’nci maddeleri hükümleri uygulanır…’’

Kural’ın polislerce engellenmesi ve üzerinde fiziksel güç kullanılması ile ifade ve basın özgürlüklerine yönelik bir müdahalenin bulunduğunu dile getiren AYM, Anayasa’nın 26.ve 28. Maddelerinin, ‘’…demokratik toplumun zorunlu temellerinden olduğunu, toplumun ilerlemesi ve her bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini oluşturduğunu pek çok kez ifade etmiştir.’’ alıntısı ve örnek bir karar olan Erdal İmrek (B. No: 2015/4206, 17/7/2019) başvurusundan hareketle Kural’ın iddiasını; 

“Gazetecilik görevini yapan başvurucunun olayları haberleştirmek dışında bir maksatla gösterinin yapıldığı yerde bulunduğu, polisin o sırada devam etmekte olan gösteriye ilişkin görevlerini yapmasını engellediği, bir gösterici gibi davranarak polise karşı şiddet kullandığı ya da polis için herhangi bir tehdit oluşturduğu ileri sürülmemiştir. Soruşturma dosyasında ve neticesinde verilen takipsizlik kararında başvurucunun haber yapmasının engellenmesinin ve başvurucuya yapılan fiziksel müdahalenin kesinlikle gerekli olduğuna dair herhangi bir tespit ya da açıklama bulunmamaktadır. 

Başka bir ifadeyle başvurucunun gözaltına alınarak ve kelepçelenerek görevini yapmasına engel olunmasının makul sebepleri kamu makamları tarafından ortaya konulabilmiş değildir. Bunun aksine kamera görüntüleri dikkatle incelendiğinde başvurucunun keyfî olarak gözaltına alındığı ve kelepçelendiği kanaatine ulaşılmıştır’’ değerlendirmesinde bulunarak, Kural’ın Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde korunan ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğünün ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır.

AYM’nin Son Kararı

Başvurunun incelenmesi sonucunda AYM, başvuruda insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ile ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğini sonucuna ulaşmış, ihlalin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın kovuşturmaya yer olmadığına dair kararından kaynaklandığını açıklamıştır.

İnceleme sonucunda;

  1. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutunun ihlal edildiğine,
  2. Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ve Anayasa’nın 28. maddesinde güvence altına alınan basın özgürlüğünün ihlal edildiğine,
  3. Başvurucuya net 15.000 TL manevi tazminat ödenmesine,
  4. Kararın bir örneğinin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ile ifade ve basın özgürlüğünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmesine,

Oybirliğiyle karar verildi.

AYM Sonrası Görülen Mahkeme

AYM’nin ihlal kararları sonrası olayda yer alan üç polis hakkında 6 aydan 2 yıla kadar hapis istemiyle açılan davanın ilk duruşması 23 Haziran 2021 tarihinde İstanbul 35. Asliye Ceza Mahkemesinde gerçekleştirildi. Fakat dava AYM’nin tespitleri insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ve basın ve ifade özgürlüğünün ihlali ile değil de ‘’iş ve çalışma hürriyetinin ihlali’’ olarak açıldı.

Sanık polislerden Y.Ş. duruşmada hazır bulunurken, K.A. duruşma sonuna doğru salona geldi, duruşmaya katılmayan N.D. hakkında ise zorla getirme kararı çıkarıldı. 

Müşteki sıfatıyla beyanda bulunan Kural, AYM’nin tespitlerine rağmen davanın iş ve çalışma hürriyeti ihlali olarak açılması yönündeki eleştirilerini dile getirdi ve ‘’Bu, gazeteci olarak işimi yapmaya çalışırken karşılaştığım ilk ihlal değildi, ne yazık ki sonuncu da olmadı ve ne yazık ki sadece benim başıma gelmiyor. Bu gazetecilere yönelik çok yaygın, keyfiyeti ve dozu da çok artmış bir uygulama…’’ ifadelerinde bulundu.

Sanıkların da ifadelerinin alındığı dava, Kural’ın AYM’ye de sunduğu video görüntülerin izlenilmesi, avukatı ve kendisinin polislerden darp ve tehdit suçlamalarıyla ilgili ek savunma alınması talebinin reddedilmesiyle son buldu. Gelecek duruşma tarihi olarak 24 Eylül belirlendi.

Keyfilik

Anayasa’nın 153. Maddesinin son fıkrasında, ‘Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazete’de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar’ denilmektedir. Bu da doğal olarak sayılan kuralların Anayasa’da geçen tüm organ, kişi ve kuruluşları bağladığı ve kararlarına aykırı davranmama yükümlülüğü getirdiği sonucunu doğurmaktadır. Buna rağmen özellikle basın ve ifade özgürlüğü davalarında AYM kararlarına rağmen mahkemelerin “keyfi’’ ihlal ve durumlar ortaya atarak asıl ihlal konularını göz ardı ettiği ve davaları adil yargılanma prensiplerinin dışına taşırarak ele aldığı görülmektedir. 

Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru, AİHM’ye giden yolda, temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasıyla başvurulacak olağan hukuk yollarının son basamağını oluşturmaktadır. Bu durum da AYM’nin son karar verici sıfatıyla birlikte kararlarının şeklî anlamda kesin olduğu sonucunu doğurmaktadır. Tüm bu belirgin çizgilere rağmen, haberde geçen ve daha birçok örneği bulunan ‘’basın’’ davalarında durum hiç de olması gerektiği gibi ilerlememekte, demokratik bir toplumun en temel yapı taşlarından biri olan adil yargılanmanın önüne ket vurulmakta ve olağan bir durummuş gibi devam etmektedir.

5,5 Yıldır Sürüyor

Davanın ilerleyişinde AYM kararı olumluluk teşkil ediyor olsa da mahkemenin yargılamayı ele alış şekli içinde kocaman bir zıtlık beliriyor. “İş ve çalışma hürriyetinin ihlali’’ kararı, halihazırda “gazeteci’’ olan bir kişinin “basın ve ifade özgürlüğü ihlali’’ni de kapsamaktadır. Dava ihlal kararı ile sonuçlanırsa, doğal olarak AYM’nin ihlal kararı verdiği fakat İstanbul 35. Asliye Ceza Mahkemesi’nin yargılamaya dahil etmediği ihlal de işlenmiş olacak. Peki yaptırımlar bu yönde olacak mı? Tabii ki hayır. Verilecek ihlal kararı basın ve ifade özgürlüğü ihlalini (göz göre göre) kapsamayacak ve cezalar da bu yönde, etkisiz hatta tabiri caizse göstermelik olarak kalacak.

Davanın devamında bahsettiğim gibi bir karar çıkar ve diğer ihlaller günyüzü gibi ortadayken göz ardı edilirse ne olacak? Bu sorunun en basit cevabı “sürünceme’’; iş ve çalışma hürriyetinin ihlali bulunur, bahsedilen 6 aydan 2 yıla kadar hapis cezası verilir, AYM’nin saptadığı ihlaller davaya dahil edilmez, Kural’ın neredeyse 6 yıldır sürdürdüğü “haklı’’ mücadelesi bir “yıldırmaya’’ dönüşür. Kararlardan memnun olunmazsa -ki AYM kararlarının göz ardı edilmesi bunu gösteriyor- Kural tekrar AYM’ye başvurabilir, döngü bu şekilde devam ederse iç hukuk yolları tükenir ve sürünceme AİHM’ne dek uzanır.

Tüm bunlar yaşanırken, yaşanıyorken ve yaşanacakken, üzerinde atılı bir suç veya soruşturma olmayan Beyza Kural ve benzeri durumları, baskıları, haksızlıkları yaşayan gazeteciler sinmeye, susmaya, törpülenmeye zorlanır ve hak arayışlarını sürdürmez, sürüncemede yok olur ya da istenilen kılığa istemeden de olsa bürünürlerse, gazetecilik mesleğine atfedilen dördüncü güç özelliği “sözde’’ kalır. 

Hak arayışı bir süreçtir. Bu sürecin takipçisi, hakkın talepkârı olmak gazetecilik mesleğini – günümüz Türkiye’sinde- icra etmekten çok çok daha zordur. Kural’ın duruşma sırasında sanık avukatının yönelttiği ‘gözaltı süresinin ne kadar sürdüğüne’ ilişkin verdiği “Videodan kaç dakika olduğunu görebilirsiniz. Benim için 5,5 yıldır sürüyor’’ cevabı Türkiye’de hak talep ve arayışının zorluğunu ve ürkütücülüğünü gözler önüne sermektedir.

Sonuç olarak gazeteciler ve medya çalışanlarının statü ve görevlerinin önemsizleştirildiği, küçümsenildiği bu ve benzeri dava, olay ve durumlarda hak talepkârlığı ve mesleki birliktelik kadar, okuyucu/izleyicinin olaylara bakış açısı ve tutumu da önem arz etmekte, eleştirel okur/yazarlık ve geri dönüşler benzer davaların ve hak arayışlarının görünür olmasında gazeteciler açısından büyük önem taşımaktadır.

Bu haber metni, Hollanda Büyükelçiliği MATRA Programı desteğiyle yürütülen “Genç Gazeteciler ve Bağımsız Medya Projesi” kapsamında hazırlanmıştır. Haber içeriğinden Ozan Gençoğlu sorumlu olup herhangi bir şekilde Hollanda Büyükelçiliği’nin ve Gazeteciler Cemiyeti’nin görüşlerini yansıtmamaktadır.

Spread the love