Gazetecilik Nitelikli Bir Suç Mu? – Melissa Feza Katlar
Türkiye Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde bu yıl 153. sırada yer alırken, gazeteciler yargılanmaya devam ediyor. Sarı basın kartı olmayan gazeteciler devlet nezdinde gazeteci olarak sayılmıyor. Gazeteci Rojda Oğuz’un davası ekseninde Türkiye’de basın ve ifade özgürlüğündeki son durumu inceledik.
Türkiye’de gazetecilik yapmak gün geçtikçe zorlaşıyor. Gazetecilerin çoğu mutsuz ve umutsuz. İşsizlik ve sansürün yanı sıra mesleklerini yani haber verme görevlerini tam olarak yapamamaktan şikayetçiler. Mesleğini layıkıyla yapmak isteyen gazeteciler ya tutuklu ya da her an tutuklanma korkusu yaşıyor. Türkiye’de gazetecilerin özgür, güvenli ve adil koşullarda çalışmasının önündeki en büyük engellerin başında mesleki faaliyetlerinden dolayı maruz bırakıldıkları soruşturma, yargılama ve tutuklamalar geliyor. Yani gazetecilerin ifade, haber alma ve verme hakları gibi insani ve profesyonel hakları ihlal ediliyor.
Türkiye, 2021 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde 180 ülke arasında 153. sırada yer aldı. Press in Arrest veritabanına göre; bugün itibarıyla son iki buçuk yılda en az 356 gazeteci, haklarında açılan 240’tan fazla basın davası kapsamında yargılandı/yargılanıyor. Gazetecilerin mesleklerini yapmaları, hapsedilmeseler bile adli kontroller ve verilen cezalarla sınırlandırıldı. Aynı verilere göre 356 gazetecinin yargılandığı 240 davada savcılar Türk Ceza Kanunu Maddelerine 452, Terörle Mücadele Kanunu maddelerine 299 defa başvurdu. Tutuklu yargılanan veya hapis cezasına çarptırılan gazetecilerin %58,82’si yüksek güvenlikli cezaevlerinde tutuldu/tutuluyor. Hayvanlara tecavüz eden kişiler para cezası alırken terör örgütü ile hiçbir bağı olmayan gazeteciler ağır ceza kapsamında yargılanıyor. Bu da akla “Türkiye’de gazetecilik ‘nitelikli bir suç’ mu?” sorusunu getiriyor.
Gazeteci Rojda Oğuz da gazetecilik faaliyeti yaptığı için suçlanan gazetecilerden biri. 8 Ocak 2016 tarihinde gözaltına alınan ve dört ay tutukluluk süresinin ardından serbest bırakılan Rojda Oğuz, 2014 ve 2015 yıllarında Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi öğrencilerinin Roboski ve Halepçe katliamlarını protesto etmek için düzenledikleri yürüyüşe katıldığı için “örgüt üyeliği” ve “propaganda” suçlamalarıyla yargılanıyor. Bunun yanı sıra iddianamede Yüzüncü Yıl Öğrencileri Derneği (YÖDER) ve Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi (YDG-H) içerisinde faaliyet göstermek, leşger adı verilen kıyafetle halay çekmek ve sosyal medyada yaptığı paylaşımlar aleyhinde delil olarak yer alıyor. Kendine ait olmayan ve basın kuruluşlarınca yayınlanmış haberleri paylaşmak da suç delilleri arasında. Bu haberlerden biri Hasan Cemal’in T24’te yayınlanan köşe yazısı, diğeri ise Bianet’te tam sayfa yayınlanan Selahattin Demirtaş röportajı. Oğuz’un avukatı Hüseyin Boğatekin, davanın ara aşamada olduğunu ve geriye savcı mütalaası ve karar verilmesinin kaldığını söylüyor. 12 Ekim’de yapılacak duruşmada gizli tanıklar dinlenecek. Boğatekin, Dava dosyasının çok kalabalık olduğu için yargılama sürecinin bu kadar uzun sürdüğünü ve Oğuz’un davasının 2020 yılında altı sanıkla beraber 55 sanıktan ayrıldığını açıklıyor.
Oğuz, hakkındaki iddialar için şu ifadeleri kullanıyor; “Ortadaki itham çok güçlü bir itham. YÖDER valilik tarafından onay alınmış legal bir dernek. Paneller, konferanslar gibi etkinlikler düzenleyen bir öğrenci derneği. Sözü edilen etkinliklerin hepsi üniversite içerisinde rektörlük tarafından izin alınmış ya da dışarıdaysa valilik tarafından izin alınmış etkinlikler. Öyleyse izin vermeyeceksin ben de takip etmeyeceğim. Roboski’den bahsediyorsunuz, kendilerinin de kabul ettiği bir olay bu. 34 tane insanın hayatını kaybetmesi vicdani bir sorumluluk. Her şeyi bir kenara bırakalım ben her ne kadar gazetecilik faaliyetinden orada bulunmuş olsam da bir katılımcı olarak gitsem de aynı. Bunlar toplumsal meseleler, bir coğrafyanın yaşanmış sorunları. Bunlara duyarsız kalmak vicdanen beni her zaman rahatsız ederdi. İnsanların acılarını paylaşmam bir örgütten olduğum anlamına mı geliyor?”
Sarı basın kartına sahip olmayanlar gazeteci değil mi?
Davada dikkat çeken detaylardan biri de Oğuz’un gazeteci olarak sayılmaması. O dönem Jin Haber Ajansı muhabiri olan ve kurum kartı ile bu yürüyüşleri takip eden Oğuz, sarı basın kartına sahip olmaması nedeniyle mahkeme nezdinde gazeteci sayılmıyor.
Bu durum iddianamede “ … 10.02.2016 Tarihli Başbakanlık Basın Yayın Genel Müdürlüğünün cevabi yazısına istinaden genel müdürlük kayıtlarında Rojda Oğuz hakkında basın kartı sahibi olduğuna ya da muhabirlik yaptığına dair bilgi ve belgeye rastlanılmadığının anlaşıldığı” ifadesiyle yer alıyor. Haber takibinde çekilen görüntüleri ise dosyada yer alıyor.
Sarı basın kartı ülkemizde genel bir sorun. Bu karta sahip olmayan ama bu işin eğitimini alıp yıllardır profesyonel olarak mesleğini sürdüren binlerce gazeteci var. Gazeteciler muhalif oldukları ya da serbest olarak çalıştıkları için bu kartı alma hakkı elde edemiyorlar. Bunun yerine Uluslararası Basın Kartı ya da kurum kartları ile görev yapıyorlar. Fakat bu kartlar devlet nezdinde yetersiz bulunuyor. Avukat Hüseyin Boğatekin kendisinin hem müvekkili hem babası olan gazeteci Hacı Boğatekin’in de yıllardır gazetecilik yaptığını ama sarı basın kartının olmadığını ifade ediyor. “Eğer bu bir çizgi, bir kuralsa müvekillerimin hiçbirinin sarı basın kartı yok” diyor.
Leşger yöresel bir kıyafet mi yoksa terörist kıyafeti mi?
İddianamede “… Rojda’nın başında leşger olarak tabir edilen kıyafet ile halay çektiğinin görüldüğünün anlaşıldığı” ifadesi yer alıyor. Suç delili olarak gösterilen bu leşger doğu bölgelerinde giyilen yöresel bir kıyafet. Oğuz bu kıyafeti şöyle açıklıyor: “ Leşger nevruz alanlarında, düğünlerde ve bunlar gibi etkinliklerde giyilen yöresel bir kıyafet. Örgütsel ya da ideolojik bir kıyafet değil, bölge halkının günlük hayatta kullandığı kıyafet. Bu kıyafet propaganda aracı olarak görülmüş.”
Cezaevinde çıplak aramaya maruz kalmış
Oğuz, gözaltına alındığında da cezaevine girişinde de çıplak aramaya maruz kaldığını söylüyor. Bu olayı “Cezaevine girişte üzerimdekileri o kadar sert çektiler ki canım acıdı. Yüksek sesle tepki verince gardiyan “istersen hiç bağırma” dedi” diyor. Ayrıca fiziki takip de söz konusu imiş. Telefonları da dinlenmiş.
Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ihlal ediliyor
Avukat Hüseyin Boğatekin, olumsuz bir karar verildiği takdirde Oğuz’un birçok hakkının ihlal edileceğini söylüyor. “ Eğer beraat kararı çıkmazsa hem hatalı hem de hukuka aykırı bir karar olacak. Rojda’nın hem ifade özgürlüğü hem basın hürriyeti hem de toplanma hakkı hep birlikte ihlal edilmiş olacak” diyor. Anayasa Mahkemesinin genel olarak basın kanunu üzerinden değil ifade özgürlüğü üzerinden değerlendirme yaptığını ve Anayasadaki 24-26.maddelerinin ihlal edileceğini anlatıyor.
Bu maddelerden biri olan “Düşünceyi açıklama veya yayma hürriyeti” başlıklı Madde 26’daki özel düzenleme #GazetecilikSuçDeğildir ilkesinin temelini oluşturur. “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.”
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. Maddesi “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü, haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar.” ifadesine yer vermektedir. Press In Arrest’ten Onur Burçak Belli’nin de ifade ettiği gibi: “İfade özgürlüğü, demokratik bir toplumun asli temellerinden birini teşkil eder; 10. madde 2. fıkra uyarınca söz konusu özgürlük yalnızca olumlu karşılanan, zararsız addedilen veya kayıtsız kalınan ‘bilgi’ veya ‘fikirleri’ değil, rahatsız ve huzursuz eden veya kişiyi sarsan bilgi ve fikirleri de kapsar.”
Boğatekin, bu karar tutuklanma yönünde verildiği takdirde bu maddenin de ihlal edileceğini belirtiyor. Oğuz eğer gazeteci değil bir gösterici olsaydı bile ifade özgürlüğü, toplanma ve barışçıl gösteri yapma haklarına sahip olduğunu söylüyor. Ahmet Urhan’ın Anayasa Mahkemesine yaptığı başvuru sonucunda açıkça yasal bir derneğe üye olmanın, derneğin basın açıklamalarına katılmanın, dernek içerisinde faaliyetlerde bulunmanın silahlı örgüt üyeliği olmayacağının kararının alındığını ve 34. Maddeden ihlal kararı verildiğini söylüyor. Rojda Oğuz’un davasının buna çok benzediğini ve Anayasa Mahkemesi tarafından bu çizgilerin çizildiğini, yerel mahkemelerin yanlış kararlar aldığını ve o kararlardan birinin de Rojda Oğuz olduğunu söylüyor.
Rojda Oğuz ise bunlara ek olarak şunları söylüyor: “Seyahat etme özgürlüğüm kısıtlandı. 5 yıldır süren yurt dışına çıkış yasağım bu sene Mart ayında kalktı. 2 yıl boyunca pazar günleri imza vermek zorunda olduğum için il dışına uzun süreli çıkamadım. Bunlar küçük şeyler gibi görünüyor ama insanın hayatını muazzam ölçüde etkiliyor. Kişinin kendi hayatı hakkında öngörüde bulunamamasına neden oluyor.”
“Gazeteciler arasında adalet eşitsizliği var”
Boğatekin, Türkiye’deki gazetecilik yargılamalarındaki güncel durumu şöyle değerlendiriyor: “Gazeteciler arasında adalet eşitsizliği var. Türkiye’nin doğusunda ve batısında yargılamalar değişir. Benim her iki taraftan da müvvekillerim var. Yargılamalar birinde daha ağır geçer, suç maddeleri Rojda’nın davasında olduğu gibi Türk Ceza Kanununun en ağır suçlamalarından biridir ve mahkemeden çıkan sonuçlar mahkumiyet yönündedir. Diğer tarafta yargılama hafifleşir, kararlar daha olumlu olur. Mahkemelerin Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyine belli bir mesaj vermek amacıyla “daha iyi” kararlar verdiğini söylemek mümkün. Fakat mesele özellikle Kürt gazetecilere geldiğinde yargılamanın daha çetin geçtiği, mahkumiyetle yargılanmaların oranının arttığını da söyleyebiliriz. Yani gazetecilerin farklı kulvarlarda yargılandığını söylemek yanlış olmaz.”
“Gazeteci hakkında ceza verilmese ya da ceza ertelense dahi gazetecinin sürekli baskı altında tutulması düşünce üzerinde bir baskıdır”
Genel olarak düşünce ve ifade özgürlüğü açısından da her yazılan her çizilenin soruşturmaya uğradığını ifade eden Boğatekin, bu durumu şu sözlerle ifade ediyor: “Kişi ister sonunda beraat etsin, ister daha ağır bir sonuç olsun sonuçta bir savcı denetiminden geçiyor, soruşturuluyor ve ifadeye çağrılıyor. Anayasa Mahkemesi de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de birçok kararında şunu söyledi: ‘Gazeteci hakkında ceza verilmese ya da ceza ertelense dahi gazetecinin sürekli baskı altında tutulması düşünce üzerinde bir baskıdır.’ Türkiye’deki genel durum da bu”.
Bu haber metni, Hollanda Büyükelçiliği MATRA Programı desteğiyle yürütülen “Genç Gazeteciler ve Bağımsız Medya Projesi” kapsamında hazırlanmıştır. Haber içeriğinden Melissa Feza Katlar sorumlu olup herhangi bir şekilde Hollanda Büyükelçiliği’nin ve Gazeteciler Cemiyeti’nin görüşlerini yansıtmamaktadır.