LGBTİ+’lara Yönelik Dışlama ve Şiddet Tablosu: Hedef göstermelerle, şiddetle mücadele ediyoruz – Rabia Çetin

LGBTİ+’lara Yönelik Dışlama ve Şiddet Tablosu: Hedef göstermelerle, şiddetle mücadele ediyoruz – Rabia Çetin

Türkiye’de Ocak ayında Boğaziçi Üniversitesi’ne Melih Bulu’nun rektör olarak atanmasının ardından kampüs içerisinde ve dışarısında başlayan protestolar sürerken, Boğaziçi Üniversitesi’ndeki bir meydan sergisinde Kabe fotoğrafı ve LGBTİ+ bayraklar çizilmiş bir görsel gerekçe gösterilerek 4 öğrenci gözaltına alındı. LGBTİ+ aktivisti öğrencilerin gözaltına alınmasının ardından artan protestolarda LGBTİ+ bayraklar gözaltı gerekçesi sayılmış, eylemlere gökkuşağı bayrağı alınmamıştı. Ayrıca Türkiye’nin Mart ayında İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme gerekçesi olarak “eşcinsellik propagandası” gösterilmişti. Boğaziçi Üniversitesi’ndeki eylemler ve İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme ‘gerekçesi’ olarak LGBTİ+’nin gösterilmesinin ardından Google Trends’te “LGBTİ açılımı nedir”, “LGBTİ nedir”, “LGBTİ ne demek” soruları Ocak sonundan 25 Mart’a kadar en çok aranan sorular oldu. Bununla beraber “LGBT bayrağı” 31 Ocak’ta en çok aranan kelime.

Bir yandan protestolar sürerken diğer yandan LGBTİ+ aktivistlerine, trans bireylere yönelik İstanbul’da, Denizli’de, İzmir’de fiziksel saldırılar, cinsel saldırılar gerçekleşti. 

Protestolardaki müdahale ve gözaltıları, LGBTİ+ aktivistlerine yönelik saldırıları ve ihlalleri Boğaziçi Üniversitesi’nden Havin Özcan, LGBTİ+ aktivisti ve gazeteci Bawer Murmur, Yıldız İdil Şen ve Rengin ile konuştuk. 

Bawer Murmur, uzun yıllar Türkiye’de yaşayan bir LGBTİ+ hakları aktivisti. Şu anda yurt dışında yaşıyor. Ancak Türkiye’de yaşananları yakından takip ediyor. Bawer Murmur, Gezi’den sonra gerçekleşen Onur Yürüyüşü’nün tarihindeki en kalabalık eylem olması nedeniyle LGBTİ+’ların artık iktidar tarafından ‘en tehlikeliler’ olarak görülmeye başladıklarını söylüyor. 2015’teki Onur Yürüyüşü’nün engellenmesi ve kolluk güçlerinin engelleriyle hak ihlallerinin artmaya başladığını söyleyen Murmur, “O tarihten beri hükümet dört koldan medyasıyla, köşe yazarlarıyla, diyanetiyle, polisiyle, sağcı çeteleriyle LGBTİ+’lara saldırıyor. Geçen yıl Diyanet İşleri Başkanının LGBTİ+ karşıtı açıklamalarıyla başka bir boyuta geçti bu saldırılar” diyor.  

“1 yıldır hedef göstermelerle, şiddetle mücadele ediyoruz”

“Hükümet LGBTİ+’ların korkmasını ve geri adım atmasını beklerken, yaptıkları tersi bir etki yarattı; daha fazla LGBTİ+ insan ses çıkarmaya, bu tartışmaya taraf olmaya başladı” diyen Murmur sözlerini şöyle sürdürüyor:

“1 yıldır neredeyse her hafta gerçeklikle alakası olmayan, bilimsellikten uzak, uydurma senaryolar ve iddialarla, hedef göstermelerle, saldırılarla ve şiddetle mücadele etmek zorunda kalıyoruz. Bu AKP’nin İstanbul Sözleşmesinden çekilme kararını da içinde barındıran, 2015’ten beri gün gün örgütlediği, planladığı ve ilmek ilmek işlediği bir sürecin parçası. Polonya, Macaristan, Beyaz Rusya ve Rusya gibi sağcı, muhafazakar, dindar ülkeler ne yapıyorsa AKP de aynını yapıyor ve LGBTİ+’ların varlığını tartışmaya açıp hedef haline getiriyor.”

“Biz zaten meşruyuz”

Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme gerekçesi olarak ‘eşcinselliği’ göstermesine ilişkin de Murmur şu değerlendirmede bulunuyor: “Hükümet ‘eşcinsellik dese de ben onu LGBTİ+ var oluşları olarak okuyorum. İstanbul Sözleşmesinin varlığımızı meşrulaştırmasındaki sorun nedir diye sormak istiyorum. LGBTİ+’ların meşru olduğu bir toplumdan/ülkeden duyulan bu korku neden? Biz meşruyuz, bu meşruluğun dünyanın her yerinde tanınması için mücadele ediyoruz. Dünyanın dört bir yanında kadınların ve LGBTİ+’ların İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkmasının nedeni de bizlerin meşru yurttaşlar olarak görülmesi ve sayısız olumsuzluğa karşı haklarımızın güvence altına alınması talebi zaten. AKP’nin argümanlarına AKP’nin argümanlarıyla yanıt vermenin bize bir şey kazandıracağını pek sanmıyorum. İstanbul Sözleşmesi, Türkiye’deki LGBTİ+’lara cesaret ve güç veriyor, açılmalarına, kendilerini kabul etmelerine yarıyor, eşit yurttaşlar olduklarını hissettiriyorsa ne mutlu.”

“Çantamızda gökkuşağı bayrağı taşımak bile suç sayılıyor artık”

LGBTİ+ aktivisti Rengin ise “Ocak ayından sonra LGBTİ+ bireylerine ve aktivistlerine yönelik hedef gösteren bir saldırı var” diyor. Son aylarda yaşanan ihlallere ilişkin Rengin şu değerlendirmede bulunuyor: LGBTi+ bireylere açıkça nefret suçu işlendi, hedef gösterildik, insan hakları ihlal edildi, bizlere ‘sapkın’ diyerek hakaret edildi. İstanbul Sözleşmesini geri getirmek için yapılan eylemlerde gökkuşağı bayraklarını, şemsiyelerini yasakladılar, şu an çantamızda gökkuşağı bayraklarını taşımaya korkuyoruz. LGBTi+ bireylerinin açıkça hedef gösterilmesiyle sokak başlarında bizi öldürmek isteyenlere gün doğuyor, nefret suçu işlemek isteyenlere ‘buyurun yapabilirsiniz’ deniliyor. Yaşananlar karşısında açıkçası korkuyorum. Gökkuşağı renkleriyle bir şey giyersek gözaltına alınır mıyız, insanlar nasıl bakar, şiddet görür müyüz, bunlarla yaşıyoruz biz burada. Fakat renklerimiz solmayacak biz en başından beri vardık ve var olmaya devam edeceğiz. Kimsenin siz yoksunuz demesiyle yok olmuyoruz.”

“Aktivistlerin gördüğü fobik muameleler büyük birer hak ihlali”

LGBTİ+ aktivisti Yıldız İdil Şen Boğaziçi Üniversitesi’ndeki protestolar Ocak-Nisan 2021 arasında üç kez gözaltına alınıp bir kez ifadeye çağrıldı. Şen hakkında bugüne kadar katıldığı gösteri ve eylemler nedeniyle “toplantı ve gösteri kanununa muhalefet”, “polise görevini yaptırmama”, “terör örgütü propagandası” ve “kamu malına zarar vermek”ten açılmış yedi dava bulunuyor. İstanbul’da 6 Mart 2021’deki Büyük Kadın Buluşması sonrası da gözaltına alınan Yıldız İdil Şen’e ev hapsi verildi.  

Cümleye “Bu saldırılar ne ilk ne de son” diye başlayan Yıldız İdil Şen de şöyle konuşuyor: “Özellikle 2015 onur yürüyüşüne getirilen yasak ve bugünkü saldırılar, iktidarın LGBTİ+ hareketini kriminalize etme çabasını bize çıplak bir şekilde gösteriyor. Boğaziçi eylemleri sırasında evlerimizin basılıp işkence ile gözaltına alınmamız ve özellikle aktivistlerin gördüğü fobik muameleler büyük birer hak ihlalidir. Ben beden uyumlama sürecine başlamış ve bunun hukuki sürecini de sürdüren bir trans kadın olarak gözaltında tek kişilik hücrede tutuldum. Tecavüz tehdidine maruz kaldık. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun çıkıp ‘LGBT terör örgütü’ söylemi açılan savaşı bize gösteriyor. Zaten yıllardır Kürt olduğumuz için terörist olarak yaftalandık şimdi ise kimliğimizden ötürü terörist olarak yaftalanıyoruz. Bir Kürt LGBTİ+ olarak, ne bu saldırılara ne terörize edilmeye ne de yok sayılmaya hiç yabancı değiliz.” 

“Doğduğumuz andan itibaren nefretle karşı karşıyayız”

LGBTİ+ aktivisti ve Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi Havin Özcan da protestolar sırasında evine yapılan baskınla gözaltına alındı. “LGBTİ+ mücadelesi erkek egemen sisteme çomak sokacak bir hareket” diyen Havin Özcan hak ihlallerine ilişkin şöyle konuşuyor:

“Bu saldırılar ilk defa olan şeyler değil. LGBTİ+ aktivistleri olarak hak ihlallerini, nefreti ilk kez görmüyoruz. Doğduğumuz andan itibaren nefretle karşı karşıyayız ve sosyolojik bağlamda ‘normal’ olarak kabul  görmüyoruz. Ama son dönemlerde gökkuşağı renkleri dahi engelleniyor. Üstelik sürekli trans cinayetleri işleniyorken, LGBTİ+ aktivistleri intihara sürükleniyorken, çıkıp özentiyle ‘gay oldu’, ‘lezbiyen oldu’ diyorlar. Oysa insanlar şiddet görmemek için, kamusal alanda var olabilmek, iş bulabilmek ve en önemlisi öldürülmemek için saklanmak zorunda kalıyorlardı.”

“Eşcinsellik zaten normal ve doğaldır”

İstanbul Sözleşmesinden çekilme nedeni olarak ‘eşcinselliğin’ gösterilmesine ilişkin de Özcan şu değerlendirmede bulunuyor: 

“Son dönemlerde iktidarın sistematik örgütlü bir şekilde nefret otoritelerini beslenmesi artık açık bir şekilde ‘sizin yaşamınızı/yaşamanızı kabul etmiyoruz ‘demektir. Bu örgütlü nefreti biz de ancak örgütlü bir cevap vererek yıkabiliriz. AKP iktidarının İstanbul Sözleşmesini feshetme girişimlerinin başlıca sebeplerinden biri eşcinselliği ‘normalleştirecek’ olması. Eşcinsellik zaten normal ve doğaldır, yaygınlaştırılabilecek bir şey değil.”

Bu haber metni, Hollanda Büyükelçiliği MATRA Programı desteğiyle yürütülen “Genç Gazeteciler ve Bağımsız Medya Projesi” kapsamında hazırlanmıştır. Haber içeriğinden Rabia Çetin sorumlu olup herhangi bir şekilde Hollanda Büyükelçiliği’nin ve Gazeteciler Cemiyeti’nin görüşlerini yansıtmamaktadır.

Spread the love