İstanbul Sözleşmesi’nin İstenmeme Sebebi ‘Erkeklik Krizi’ – Duygu Köseoğlu
İstanbul Sözleşmesi’nin İstenmeme Sebebi ‘Erkeklik Krizi’ – Duygu Köseoğlu
Kadınlar mücadelelerine kararlılıkla devam ediyor. İstanbul Sözleşmesinden çekilme kararına tepkiler, 20 Mart günü Twitter gündeminde ilk sırada, Google’da da en çok arananlar arasında yer aldı.
Son yıllarda sürekli yürürlükten kaldırılması gündeme gelen İstanbul Sözleşmesi, tüm itirazlara ve protestolara rağmen 20 Mart gecesi Resmi Gazete’de yayınlanan Cumhurbaşkanı kararıyla feshedildi. Bu karar sözleşme karşıtları tarafından olumlu karşılanırken, sözleşmesinin kaldırılmasının usulsüz olduğunu savunan kadın hak örgütleri, sivil toplum kuruluşları ile çok sayıda kişi de kararı protesto ederek kararın geri çekilmesini talep ediyor. 20 Mart’tan bugüne hak savunucuları tarafından ‘Kararı geri çek’ protestoları sürüyor.
“Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” bilinen adıyla İstanbul Sözleşmesinin ne olduğunu, kimi, nasıl ve kimden koruduğunu, sözleşmeyi fesheden cumhurbaşkanı kararını konuştuğumuz Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu avukatlarından ve Cumhuriyet Halk Partisi Yüksek Disiplin Kurulu Üyesi Avukat Tuğba Torun, şiddeti düzenleyen ilk uluslararası sözleşmenin bir gecede cumhurbaşkanı kararıyla feshedilmesinin hukuka ve anayasaya aykırı olduğunu vurgulayarak kararın ‘yok hükmünde’ olduğunu söyledi. Avukat Torun, İstanbul Sözleşmesinin sürekli “ayak bağı olarak” görüldüğünü ve istenmeme sebebinin ise “Erkeklik Krizi” oluğunu ifade etti.
Fesih kararının sosyal medyaya yansımaları
İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmeye yönelik tartışmalar, Şubat 2020’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sözleşmenin gözden geçirileceğini açıklaması ile başladı. Bu açıklamadan sonra kadın hakları dernekleri, milletvekilleri, sivil toplum kuruluşları ve hak savunucuları İstanbul Sözleşmesinin yürürlükte kalması için hem meydanlarda hem sosyal medyada #İstanbulSözleşmesiYaşatır kampanyası başlattı. Bunun yanı sıra #İstanbulsözleşmesi, #AklınızdanBileGeçirmeyin hashtagleri ile 20 Mart gecesi açıklanan cumhurbaşkanı kararına milyonlarca kişi sosyal medyada tepki gösterdi.
Sosyal medyada iki kutup oluştu.
Sosyal medyada sözleşme karşıtı kampanyalar trend listede
21 Mart tarihli köşe yazısında Yeni Akit yazarı Abdurrahman Dilipak’ın “…önce İstanbul’umuzun adını temizledik. Hem de çok önemli bir günde. Bugün bu sözleşmeye dayanılarak çıkarılan 6284 sayılı kanunun Resmi Gazete ’de yayınlandığı bir gün. Şimdi sırada bu yasanın değiştirilmesi var. Daha sırada CEDAW da var. Lanzarote de.” ifadeleri sözleşmeyi savunan kişiler tarafından büyük tepki toplarken kaldırılmasını savunanlar tarafından ise alkışlandı. Arama trendlerinde ismini gördüğümüz Dilipak’ın yükseliş yakalama sebebi bu yüzden. Ayrıca sözleşmeye karşı olanlar, Twitter ’da #Morardınızmı, #GüleGüleMorHalka hashtagleri açtı. Bu hashtagler 20 Mart günü Twitter gündeminde ilk sıralarda yer aldı.
Sosyal medyada süren İstanbul Sözleşmesi feshi protestoları ile ilgili Twitter verilerine baktığımızda, son 12 aylık süreçte #İstanbulSözleşmesiYaşatır hashtaginin dönem dönem trend listesinde olduğunu görüyoruz. Bu hashtag ilk olarak kadın hak örgütleri tarafından Emine Bulut’un eski eşi Fedai Varan tarafından öldürülmesinin ardından sosyal medyada kullanıldı. Sözleşmenin kaldırılma tartışmaları nedeniyle zaman içerisinde #İstanbulSözleşmesiYaşatır hashtagi Twitter trend listelerinde üst sıralarda yer aldı. Ancak 20 Mart gecesi açıklanan fesih kararının ardından Twitter listelerinde tüm gün ilk sıralarda yerini kordu. Tabloda gördüğünüz ağustos ayındaki yükselişi, 5 Ağustos’ta yapılan AKP MYK’sında, İstanbul Sözleşmesinin iptalinin gündeme geleceği iddiası üzerine İstanbul Sözleşmesi’ni Uygula Kampanya Grubu tarafından sözleşmeye sahip çıkmak için başlatılan sosyal medya kampanyaları ve 5 Ağustos’ta Kadıköy’de düzenlenen miting olarak açıklayabiliriz. Tabloda gördüğümüz belirli dönemlerde yaşanan artışı, İstanbul Sözleşmesinin kaldırılmasına yönelik hedef göstermeler, artan ve önlenmeyen kadın cinayetleri, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde yürüyüşe izin verilmemesi nedeniyle kadınların bu hashtagleri kullanarak seslerini yükseltmeleri ve kamuoyu oluşturmaları olarak açıklayabiliriz.
Sözleşme toplumsal cinsiyet eşitliğini savunur
Türkiye’nin 2011 yılında oy birliği ile imzaladığı sözleşmenin oluşturulmasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 2009 yılında verdiği Nahide Opuz kararının etkili olduğunu hatırlatan Avukat Tuğba Torun, bu kararın şiddetin toplumsal bir sorun olarak tanımlanması noktasında dönüm noktası olduğunu vurguladı. Avukat Tuğba Torun, İstanbul Sözleşmesi’nin şiddeti, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dayandırdığını belirterek Türk aile yapısını bozduğu, eşcinselliğe yasal zemin hazırladığı yönündeki iddiaların gerçeği yansıtmadığını ifade etti. Türkiye’nin bu mevzuatı uygulama zorunluluğu olduğunu işaret ederek imzacı devletlerin denetimlerini ise GREVIO adlı mekanizmanın yaptığını belirtti.
Sözleşme dört temel ayak üzerine kurulu
İstanbul Sözleşmesinin dört temel ayak üzerine kurulduğunu söyleyen Av. Tuğba Torun, bunları önleyici ve koruyucu tedbirler, soruşturma ve kovuşturma, bütüncül politikalarla hareket etme olarak sıraladı. Önleyici tedbirlerden eğitim ilkelerinin önemine değinen Av. Tuğba Torun İstanbul sözleşmesinin, toplumsal cinsiyet eşitliği dersinin zorunlu müfredata girmesinden, kamu personeline, ailede eğitime ve eğitimcilerin eğitimine kadar toplumsal cinsiyet eşitliği anlamında farkındalık uyandırılması için çaba gösterilmesini emrettiğini belirtti.
Dijital şiddeti de tanımlar
Sığınma evleri, verilerin tutulması, cinsel şiddetle mücadele koordinasyon merkezleri kurulması, sokakların aydınlatılması gibi tek tek detaylı şekilde tedbirlerin İstanbul Sözleşmesi’nde ele alındığını dile getiren Tuğba Torun, öte yandan sözleşmenin ısrarlı takibi ve bilişim sistemleri üzerinden işlenen şiddeti yani ‘dijital şiddeti’ de tanımlayan ileri görüşlü bir sözleşme olduğuna vurgu yaptı.
Eşcinsellik normaldir
İstanbul Sözleşmesi’nin, Türkiye’de çok sık görülmeyen ama dünyada halen var olan ‘genital sakatlama/kadın sünneti’, çocuk fuhuşu gibi birçok konuyu da ele aldığını belirten Av. Tuğba Torun, sözleşme içeriğinin tamamen şiddeti önlemeye yönelik olduğuna dikkat çekti. Tuğba Torun sözleşme karşıtı söylemleri, “Kesinlikle karalamaya çalıştıkları gibi aile kavramına zarar vermesi, eşcinselliği normalleştirdiği gibi durumlar söz konusu değil. Eşcinsellik zaten normaldir. İstanbul Sözleşmesi’nde, LGBTİ+ bireylere ilişkin özel bir hüküm yok. Yalnızca 4. maddesi ayrımcılık karşıtı bir maddedir ve der ki ‘cins, din, dil, renk, cinsel yönelim, ırk hiçbir şey ayırt etmeksizin şiddete maruz kalan herkesi korumakla yükümlüdür devlet’ der. Aynısı Anayasa’nın 10. maddesinde de vardır. Orada yalnızca cinsel yönelim hükmü geçmiyor ve bence bu bir eksikliktir anayasaya da konulmalıdır.” sözleriyle açıkladı.
Türkiye uzun süredir sağ popülist şekilde yönetiliyor
İletişim Başkanlığı’ndan yapılan açıklamada Türkiye’nin sözleşmeyi fesih nedeni; toplumsal ve ailevi değerler ile bağdaşmaması, eşcinselliği normalleştirmesi olarak belirtildi. Açıklamada Bulgaristan, Macaristan, Çekya, Letonya, Litvanya ve Slovakya gibi ülkelerin İstanbul Sözleşmesi’ni onaylamadığı, Polonya’nın da sözleşmeden çekilmek için adımlar attığı şeklindeki örnekleri Avukat Tuğba Torun, “Örnek gösterilen ülkeler otoriter ve sağ popülist rejim yöntemlerini benimsenmiş ülkeler. Türkiye de sağ popülist şekilde yönetilen bir ülke uzunca süredir. Ötekileştirici bir bakış açısıyla ele alarak bu sözleşmeyi şeytanlaştırmaya çalışıyorlar. Kesinlikle LGBTİ+ bireyleri çoğaltmak amacıyla kullanılan bir sözleşme değil, bunu hiçbir sözleşme ya da mevzuatla da yapamazsınız. İnsanların seçimleri kendileri ile ilgilidir” ifadeleri ile verilen örnekleri doğru bulmadığını söyledi.
Cinsiyet eşitliğini istemiyorlar
Polonya’nın ise yakın zaman önce kürtaj yasağını getirmeye çalıştığını hatırlatarak sözüne devam eden Avukat Torun, “Polonya kürtaj yasağı getirmeye çalışan son derece baskıcı, insan haklarına aykırı tutumları ile öne çıkmış bir ülke. Eğer özendiğiniz ülkeler bu ülkeler ise zaten çok acı ve vahim bir durum söz konusu. Keşke bu ülkelerin iyi yanlarını örnek alsaydık. Kötüyü örnek alma konusunda sanıyorum ki siyasi iktidar özel bir çaba sarf ediyor. Ama temel olarak bu sözleşmenin istenmemesinin sebebi “Erkeklik krizi”. Erkek hegemonyasının devam etmesi kaygısı. Kesinlikle eşitliğe aykırı bakış açısı ve cinsiyet eşitliğini istemiyorlar. Toplumda erkek hegemonyasını devam ettirmek istiyorlar ve bu konuda her türlü yöntemi de deniyorlar.” şeklinde konuştu.
Kadın bedenini, siyasi beka için araç yapmak istiyorlar
Kadınların kazanılmış haklarına karşı yapılanların esas amacının “Kadınları eve kapatmak ve daha çok çocuk doğurmasını teşvik etmek” olduğunu dile getiren Av. Torun, “Genç nüfusa takılmış durumdalar. Genç nüfusu iş potansiyeli ve oy potansiyeli olarak görüyorlar. Oysaki bu genç nüfusun eğitim, işsizlik, istihdam, sağlık gibi ihtiyaçları ile kesinlikle ilgilenmiyorlar. En temel görevleri kesinlikle yerine getirmiyorlar.” dedi. Av. Torun şöyle devam etti: “Kadınların bedenini kendi siyasi bekasına araç haline getirmek istiyorlar. O yüzden de bu kazanılmış haklarımızı, kadınları eve kapatmaya yönelik yasa önerilerini canla başla, her şeye rağmen tek gecede ve son derece otoriterce, tüm tepkilere rağmen geçirmeye çalışıyorlar.”
Sözleşmeyi “bir ayak bağı olarak görüyorlardı”
İstanbul Sözleşmesi’nde zorunlu aile arabuluculuğunun yasakladığının altını çizen Av. Torun, şiddet mağduru ile şiddet failini aynı masaya oturtup anlaşmaya zorlanılamayacağının sözleşmede yer aldığını ifade etti. İstanbul Sözleşmesi’ni, kadının maddi anlamda desteklenmesini öngören, çocuk yaşta evlilikleri yasaklayan, istismar affını reddeden bir sözleşme olması nedeniyle “bir ayak bağı olarak görüyorlardı” diyen Av. Torun, “Aynı zamanda kadını güçlendirdiği, toplumsal cinsiyet eşitliğini sağladığı için bu sözleşmeye düşman oldular” şeklinde konuştu.
Kadın hareketi baş edemeyecekleri tek hareket
Av. Torun sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu sözleşmeyi ortadan kaldırmaya çalıştılar ama sözleşmeden çekilmekle bu istediklerine ulaşamayacaklar. Tıpkı tarih boyunca olduğu gibi. Kadınlar nasıl ki kazanımlarla ilerlediler, bugün de kadın hareketi baş edemeyecekleri belki de tek harekettir. Onlar baskılamaya çalıştıkça mücadelede daha çok güçleniyoruz. Etki arttıkça biz daha da güçlendik. Tepkimiz güçlendi, bilinçliliğimiz arttı. Bundan sonrası bizim için daha kolay olacak.”
Karar ‘yok hükmünde’
Sözleşmeden cumhurbaşkanı kararı ile çekilmenin anayasaya aykırı olduğunu hukukçular söylüyor ancak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan son açıklamasında “Cumhurbaşkanlığı’nın attığı adım tamamen yasaldır. Bu attığı adımla da yoluna devam edecektir. Biz kararımızı verdik. Gireriz, girdiğimiz gibi çıkarız. Ne önünü ne arkasını kimse karıştırmasın. Bu iş böylece bitmiştir.” diyerek anayasaya uygundur mesajı verdi. Ancak Av. Tuğba Torun, “20 Mart gecesi Resmî Gazetede yayımlanan cumhurbaşkanı kararı yok hükmündedir” diyerek İstanbul Sözleşmesinden çekilme usulünün yasalara aykırı ve usulsüz olduğuna dikkat çekti. Bu noktadaki sorunu yargının müdahale etmemesi olarak açıklayan Av. Torun, “Eğer yargı, tarafsız ve bağımsız bir şekilde bu kararları denetleseydi biz bugün bunları yaşıyor olmazdık. Yalnızca yürütme yetkisi olan bu kişi, her şeye karar verme yetkisini kendisinde bulmazdı. Yasamanın faaliyetlerini gasp ederek cumhurbaşkanı kararları çıkarmazdı.” dedi.
Uluslararası sözleşmeler kanun hükmündedir
Anayasa madde 90’da uluslararası sözleşmelere, TBMM tarafından çıkarılacak bir uygun bulma kanunu ile taraf olacağının belirtildiğini hatırlatan Av. Torun, yetki ve usulde paralellik ilkesi gereğince aynı usulde bu sözleşmelerden çıkılması gerektiğinin altını çizdi. TBMM’nin iradesi doğrultusunda çıkarılacak bir yasayla bu “sözleşmeden çekilmek gerekirdi ama bunun yapılmadığını” sözlerine ekleyen Av. Tuğba Torun, Anayasa’nın 87’nci maddesini işaret etti. Kanun çıkarma yetkisinin TBMM’ye verildiğini ve madde 90 gereği uluslararası sözleşmelerin kanun hükmünde olduğuna vurgu yapan Av. Torun sözlerinin devamında “Bu bakımdan bu yetkiyi cumhurbaşkanı kullanamaz. Anayasa madde 104’e göre cumhurbaşkanı kararnamesi yalnızca yürütmeye ilişkin faaliyetlerde çıkarılabilir. Oysaki bu sözleşmeden çekilme yasamaya ilişkin bir faaliyettir. Dolayısıyla cumhurbaşkanı bırakın kararı kararnameyle de yapamaz. Anayasa madde 104’te temel hak ve özgürlüklerin cumhurbaşkanı kararnamesiyle düzenlenemeyeceği açıkça beyan edilir. İstanbul Sözleşmesi şiddete maruz bırakılanların temel hak ve özgürlüklerine ilişkindir. Aslında cumhurbaşkanı kararı yok hükmündedir.” dedi.
Sözleşme hala yürürlükte, karar Danıştay’da
İstanbul Sözleşmesinin 80’inci maddesinin feshi düzenlediğini belirten Av. Torun, 80’inci maddeye göre; imzacı devletlerin fesih için Avrupa Konseyi Genel Sekreterliği’ne bildirimde bulunmaları gerektiğini ve bundan 3 ay sonra feshin yürürlüğe gireceğinin yer aldığını söyledi. Cumhurbaşkanı kararının geçerli olduğu düşünülse de sözleşmenin hala yürürlükte olduğunu aktaran Av. Torun, “Bu 3 aylık süre var ama biz kesinlikle sözleşmeyi ve hukuku savunan herkes hukukçular da dahil, kadın örgütleri, barolar hepsi bu cumhurbaşkanı kararının yok hükmünde olduğu konusunda hemfikiriz. Aynı zamanda hukukçular olarak, anayasaya aykırılık sebebiyle anayasa mahkemesine de başvurabileceğini söylüyoruz. Neredeyse bütün barolar, kararın iptali ve yürütmenin durdurulması talebiyle Danıştay’a başvurdular. Dolayısıyla topyekûn şekilde, bireysel başvurular da dahil Danıştay’a başvurular yapılıyor. Umuyoruz ki Danıştay, tarafsız, bağımsız ve hukuka uygun bir şekilde düşünür ve bu cumhurbaşkanı kararını iptal eder ve hak ihlaline uğrayan herkese başta yaşam hakları olmak üzere haklarını teslim eder.” dedi.
2 Ocak 2020 ile 31 Mart 2021 tarihleri arasındaki Google aramaları incelediğine 20 Mart’ta İstanbul Sözleşmesi aramaları büyük artış gösteriyor. En çok arananlara bakınca İstanbul Sözleşmesi nedir, içeriği ne? maddeleri neler? neden feshedildi? İstanbul Sözleşmesi LGBT şeklinde aramalarda büyük bir artış gözlemleniyor. Özellikle İstanbul Sözleşmesinin kaldırılması tartışması yürüten Yeni Akit Gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak, büyük artış gösteren arama listesinde yer alıyor. Bunun nedeni elbette 21 Mart’ta yayınlanan ‘Teşekkürler’ başlıklı yazısı ve daha öncesinde konu hakkında yazdıkları ve söyledikleri. Öte yandan sözleşme ile ilgili artış gösterenler arasında LGBT, cinsel yönelim, eşcinsellik aramaları da yer alıyor.
“Sözleşmede eşcinsellikle ilgili bir şey var mı” merakı
Avukat Tuğba Torun ise Google arama verileri ilgili görüşlerini şöyle açıkladı:
“Bu arama sonuçlarının kesinlikle İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme ve siyasi iktidarın söylemleriyle ilgili olduğunu düşünüyorum. İletişim Başkanlığı’nın da belirtmiş olduğu temel gerekçe bu sözleşmenin eşcinselliği normalleştirmede kullanıldığı iddiası olduğu için ‘acaba sözleşmede eşcinsellikle ilgili bir şey var mı’ diye bakıyor olabilirler. Ama bulamamışlardır. Cinsel yönelimle ilgili sözleşmede bir ibare var ama o da ayrımcılık yasağının içerisindeki etkenlerden biri olarak geçiyor. Bundan daha doğal bir şey olamaz. Kesinlikle eşcinselliği normalleştirmeye ilişkin özel bir hükmü yok. Buradan da aslında sözleşmelerin yapmak istediğiyle değil, algıyla ilgilenildiğini, algının baskın olduğunu apaçık görebiliyoruz. İnsanlar gerçekten ben bir düşüneyim üzerine demiyorlar. Bu niyetle aramıyorlar. Tamamen basmakalıp ithamlarla, algılara kapılarak bunlar üzerinden arama yaptıklarının resmidir bu veriler. Bu da bize aslında kendi haklarımızı korumada, farkındalık tesis etmede, öz farkındalık tesis etmede ne kadar gerilerde olduğumuzu gösteriyor. Umuyoruz ki bu bilinç de değişir ve yükselir. Maalesef eşitlik, adalet, özgürlük, temel hak ve özgürlüklerimiz bakımından ciddi bir bilinçsizlikle pençeleşiyoruz. Ama zaten bütün LGBTİ+ dernekleri kapatıyorlar halihazırda. Toplumsal cinsiyet eşitliği dersi veren hocalar hakkında soruşturmalar açılıyor.”
Ana akım medyada İstanbul Sözleşmesi konuşulmuyor
Ana akım medyanın “İstanbul Sözleşmesi’ni konuşturmadığını” sözlerine ekleyen avukat Torun, sözleşmeyi açıklayan öncelikli kişiler olarak ana akım medyada yer alamama nedenlerini “kesinlikle çağırılmıyor, çıkarılmıyoruz bile” şeklinde açıkladı. Avukat Torun şöyle devam etti: “İstanbul Sözleşmesi’nden bahsedildiği zaman derhal konu değiştiriliyor. Her türlü mecrada İstanbul Sözleşmesi’ni açıklayan öncelikli kişiler olarak kesinlikle bu konuda çağrılmıyoruz. Dolayısıyla siyasi iktidar ele geçirmiş olduğu iletişim araçlarıyla halkı İstanbul Sözleşmesi konusunda bilinçlendirmedi. Bilinçlendirmek isteyenleri de yasakladı. Sansürledi. Dolayısıyla toplum da neye karşı olduğunu elbette ki bilmiyor. Kesinlikle post-truth çağında popülist yöntemleri en ateşli şekilde kullanan siyasi iktidar algı yönetimi yaptığı için bu aramalarda maalesef saptırılmıştır.”
Çekilme kararı 6284 için tehdit mi?
İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının, 6284 sayılı Ailenin Korunması Ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’unun varlığını da tehdit ettiğini düşündüklerini belirten avukat Torun, “Biz yok hükmünde olduğunu söylesek de aslında şu bakımdan önemli; sözleşme, 6284 sayılı koruma yasasına temel teşkil eder. Bu sözleşmenin iç hukukta hızlıca uygulanabilir olması için çıkarılmış bir yasadır 6284. O yüzden bu kararın, koruma yasasının varlığını da tehdit ettiğini düşünüyoruz. Çünkü 2011 yılında seve seve İstanbul Sözleşmesi’ni imzalayan zihniyet, nasıl ki bugün bu sözleşmeyi şeytanmış gibi gösteriyorsa, bugün 6284 sayılı yasaya sahip çıkan, güya sahip çıkan siyasi iktidar yarın bu yasayı da değiştirmek isteyecektir. Bu kuvvetle muhtemel. Çünkü bundan daha 2-3 yıl öncesine kadar bir kısım paçavra gazeteler, 6284’ü ‘yuva yıkan yasa’ diye manşet yapıyorlardı. Siyasi iktidar o zaman sesini bile çıkarmıyordu. İnsan hakları eylem planında ısrarlı takibi getireceğiz, eşe karşı işlenen suçlara boşanmış eşleri de koyacağız. 6284’e de sahip çıkacağız diyerek İstanbul Sözleşmesi’ni peşi sıra aldıkları için yarın bambaşka bir şey gösterip, 6284’ü de kaldırabilirler. Pekâlâ mümkün zaten tartışması var” dedi.
Failler cesaretlendi
Sözleşmenin feshinin duyurulması ile sözleşmeye karşı olan kesimler tarafından şükür kurbanları ve şükür lokmaları dağıtıldı. Öte yandan sözleşmenin feshi tartışılırken 12 saatte 6 kadın cinayeti işlendi. Bu durum akıllara “Bu karar erkek hegemonyasında güç ve cesaret algısı mı yaratıyor?” sorularını getirdi. Avukat Tuğba Torun ise erkek hegemonyasına cesaret algısı verse dahi, durumun aksine düşündüğünü belirterek yaşanan hak ihlallerine karşı kadınların, hak savunucularının daha da güçlendiklerini, dirençlerinin arttığını ifade etti.
“Failler cesaretlendi” diyen avukat Torun, karar sonrası lokma dağıtan, kurban kesenlere de tepkisini “Sözleşme kalktı diye ne aile sayısı artacak. Ne evlenmeler artacak ne de boşanmalar azalacaktır. Bilakis şiddet apaçık artacaktır. Keşke artmasa keşke biz bunu görmesek ama kararın Resmi Gazete’de yayımlanmasından itibaren 12 saatte 6 kadın öldürüldü. Failler cesaretlendi. Zaten cezasızlık algısı sebebiyle cesaretleniyorlardı. Artarak devam edecekler. Bütün girişimler aslında hukuku da tanımamaktadır.” sözleriyle dile getirdi.
En etkin şekilde yasalar uygulansın
Avukat Tuğba Torun, sözlerini “Umarız ki yargı mensupları bu manada görevlerini layıkıyla yerine getirirler. Tarafsız ve bağımsız şekilde denetim mekanizmalarını çalıştırırlar. Siyasi iktidarın hukuk tanımaz politikaları, hukuk tanımaz girişimlerinden dolayı ölmek istemiyoruz. Bu yüzden de bu mekanizmayı durduracak tek yapı olan yargının derhal harekete geçmesini istiyoruz. Ayrıca cezasızlık algısını ortadan kaldırmaya yönelik indirimlerden uzak kararlar vermesi gerekir. En etkin şekilde yasaları uygulaması gerekir.” temennisi ile bitirdi.
Bu süreçte İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya Barosu başta olmak üzere neredeyse tüm barolar, CHP Kadın Kolları Genel Başkanı Aylin Nazlıaka, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, Halkların Demokratik Partisi (HDP) Kadın Meclisi, DEVA Partisi’nden Kadınlar, Gelecek Partisi, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) İstanbul Sözleşmesinin feshi kararını Danıştay’a taşıdı.
Bu haber metni, Hollanda Büyükelçiliği MATRA Programı desteğiyle yürütülen “Genç Gazeteciler ve Bağımsız Medya Projesi” kapsamında hazırlanmıştır. Haber içeriğinden Duygu Köseoğlu sorumlu olup herhangi bir şekilde Hollanda Büyükelçiliği’nin ve Gazeteciler Cemiyeti’nin görüşlerini yansıtmamaktadır.